O’nun gelip giden, alıp götüren dalgalarına bir kumsal, yoğun yağışlarının ardından üzerine açan bir gökkuşağıydı. Her renkten severdi onu; kırmızı gibi sıcak, yeşil gibi içten, siyah gibi kendinden…
Vahyin evinin O’nu örten kadınıydı… Yalnızca ona “Üşüyorum!” demişti, içinin üşümelerinden ona koşup gelmişti “Beni ört!” diye…
Çünkü Hatice anlatmadan, söylemeden bilendi; içinden, O, şimdi yalnız kalmak ister, diyendi.
Bir sahranın yükünü taşıyacaktı, kumsalına verecek denizi vardı, gözleri görülmezlerde, yüreği sığmazlarda olana yârdı, yamacına sığınana inşirahtı. Gününü insanlardan uzaklaşarak, dağlara, ovalara, Hiralara kaçana bakandı. Bunun için, adımları seri, canı kallavi, kendi için yaşamayan olmalıydı.
…
Elinde yiyecek sepeti olduğu halde Hira yokuşuna düştüğünde meleğin onu görüp Efendimize; “ Ya Resulallah, Hatice buradadır, O sana geldiğinde Rabbinden ve benden selam söyle ona. Rabbi ona içinde gürültü ve yorğunluk olmayan inciden bir cennet köşkü müjdeliyor” denilen, Rabbinin selam söylediğiydi.
“Selam üzerine olsun ey Allah’ın resulü, demek en çok hoşuna gidendi, Kureyşi etrafına toplayıp “Ben Allah’ın resulüyüm, dediğinde gözlerinin içinde bir endişe, yüreğinin içinde belirsiz sevinçler yaşayandı.
Efendimizin kum taneleri üzerine çizdiği dört çizgiden, cennetlik kadınların en üstünüydü.Onu en çok, en başka, en farklı sevendi sevendi, sevendi
Mehmet Deveci / “Anne Gibi Yar;Hatice ” Yazısından